Dead Island İnceleme

Göz alıcı parlaklığıyla sımsıcak güneş, berrak denizdeki dalgalar, sınırsız meyve aromalı içecekler, sabaha kadar çılgınca eğlenceler, yabancı güzeller ve daha neler neler. Neresinden bakarsanız bakın, bütünüyle cennetten çıkma bir yer gibi gözüküyor Banoi adası. Fakat bu büyülü ortama biraz daha yakından bir bakış atarsanız, etrafta amaçsızca dolaşan, kumsal barları ve mini havuzlar etrafında cesetlere yumulan ve en önemlisi, sizi gördüğünde tadınıza bakabilmek için üzerinize çullanmaya heves atan yüzlerce “hastalanmış” tatilciyi görüp kazın ayağının pek de öyle olmadığını anlayabilirsiniz. Ama hemen umudunuzu yitirmeyin, çünkü şansa bakın ki Dead Island’daki hem geçmişinizin zombilerle verilecek bu savaşa katılabilecek en uygun kişilerden biri haline getirdiği hem de bu zombi virüsüne karşı bağışıklığı olan dört kişiden birisiniz. Adadaki diğer kişiler hayatta kalma mücadelesine başka şekillerde katkı sağlayabilirken, sığınakların o sıcak ve korunaklı ortamını bırakıp ölümcül ve kan kokan sokaklarına ve tabii ki pek de ölü olmayan ölülere karşı göğüs germek tamamen size kalıyor.
Zombiler adayı basmış durumda, insanlar ölüyor, ve hey sen, evet sen, acaba gidip zombiye dönmüş kızımı bulup benim için öldürebilir misin?
Aynen Banoi adası gibi, Dead Island da ilk göründüğü gibi bir oyun değil. Birincil görüş açısından oynanıyor ve ateş etme özelliklerine sahip, fakat bir first person shooter değil. İçinde bolca ve belki gereğinden fazla zombi var, fakat bir survival korku oyunu değil. Ayrıca trailerlardan birinde gösterildiği gibi duygusal bir deneyim ise hiç değil (tabii zombilerin kafalarına kafalarına vurdukça vicdan azabı çekiyorsanız o ayrı). Dead Island ucuz, B tipi filmleri andıran ve her şeyin üstünde kanlı yakın dövüşe ağırlık veren açık uçlu bir aksiyon rol yapma oyunu.
Oyunda sizden başka kurtulanlar var, fakat onlardan dövüş konusunda yardım almak gibi bir umudunuz olmasın. Bu karakterler sadece size görev vermek için mevcutlar ve sizin gibi bir beyaz atlı prense (veya prenses) hasretler. Oyunun hikaye yönü pek kuvvetli değil, ve varolan hikayeyi anlatışıysa pek de güzel sayılmaz. Bu oyunda ne görüyorsanız o: zombiler adayı basmış durumda, insanlar ölüyor, ve hey sen, evet sen, acaba gidip zombiye dönmüş kızımı bulup benim için öldürebilir misin? Mükemmel, teşekkür ederim, işte sana biraz para ve nereden bulduğumu bilmediğim keskince bir pala. Ana hikaye görevleri bir yaşam mücadelesi mantığına uygun ilerlerken – denizfenerini onar, araba için parçalar bul, suyun tekrar akmasını sağla gibi – çoğu yan görevler saçma ve bir o kadar da alakasız. Bir zombi güruhunun ortasında yaşam mücadelesi verirken kayıp oyuncak ayıcıklar ve kolye aramak biraz abes kaçıyor, fakat bu görevlerin sonundaki ödüller için yine de katlanabiliyorsunuz.
Oyunda patlayan bir zombi, size doğru delicesine “charge” eden bir zombi ve de dayak yemekten usanmayan ve bir tokadıyla dağları devirebilen bir zombi olduğunu söylesem, herhalde aklınızda oluşan ilk kelimeler “boomer”, “charger” ve “tank” olurdu.
Oyunun RYO doğası kendisini görev sisteminde belli etsede, en çok öne çıktığı yer tecrübe kazanarak seviye atlama ve seviye atladıkça kazanılan yetenek puanlarıyla üç yetenek ağacından yeni özellikler açmak. Oyun sanki bir rakam oyunu gibi her yerde rakamlar önem taşıyor: seviyeler, silah özellikleri, verilen hasar, kazanılan tecrübe puanları. Ayrıca silahlar ve Dead Rising 2 benzeri upgrade sistemi de oyuna bir nebze de olsa daha RYO havası katıyor.
Oyunun güzelliklerinden ve sinir edici taraflarından biri de dört kişilik coop özelliği. Her ne kadar oyunun zevki ve güzelliği üç arkadaşlarınızla beraber görev yerinden görev yerine, arabayla zombi ezerek gitmek ve verilen görevleri beraberce gerçekleştirmek olsa da, internet üzerinden birbirine bağlanmada problemler çıkabiliyor. Bu problemlerin üstesinden gelindiğinde ise oyunun gerçekten parladığı nokta ortaya çıkıyor. Tıpkı kardeşi Left 4 Dead’de olduğu gibi, Dead Island’da da beraber oynarken gülümseyerek veya sinirlenerek hatırlayabileceğiniz pek çok anınız olacak. Mesela kamyonetinizle dört arkadaş yakıt almak için benzinliğe gidip, iki arkadaş arabayı siper olarak kullanıp zombilere karşı diğerlerini korurken diğer iki kişinin elinden geldiğince hızlı bir biçimde bidonları doldurup arabaya yüklemesi ve bu sırada bir patlayan zombinin gelip arabayı savunanların yanında patlayarak hem onları hem arabayı patlatması gibi. Bu olayları güzel yapan ise bunların tamamının doğal ve spontane olarak gelişmesi, yani bazı oyunlar gibi “kodlanmış” olmaması.
Peki, Left 4 Dead dedikten sonra Dead Island’ın ondan yürüttüklerinden bahsetmeden olmaz. Evet anlattığım yakıt bulma görevi Left 4 Dead’in Scavenge modunu oldukça anımsatıyor ve sadece bu görevle kalmıyor. Oyundaki bir çok yaratığın ve boss ya da bizim tabirimizle “bölüm sonu canavarı” kapışmalarındaki bu bölüm sonu canavarlarının çoğu Left 4 Dead’den “esinlenilmiş” gibi duruyor. Oyunda patlayan bir zombi, size doğru delicesine “charge” eden bir zombi ve de dayak yemekten usanmayan ve bir tokadıyla dağları devirebilen bir zombi olduğunu söylesem, herhalde aklınızda oluşan ilk kelimeler “boomer”, “charger” ve “tank” olurdu. Her ne kadar bu yaratık çeşitleri kotarılmış olsa da, hiç biri Left 4 Dead‘dekiler kadar ürkütücü veya ilginç değil.